30 Ekim 2012 Salı

Balina

Çok mutsuzdum köpekler kadar! Canım sıkılıyordu kuş mu vursaydım ya ne yapsaydım!

Madem buralara kadar geldik Gülten Akın eksik kalmasın kapansın!


Balina

Göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim
hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde 
ne senin mavi balinan

29 Ekim 2012 Pazartesi

biraz daha uyu, biraz daha yat, kahve iç!


O kadar!

Az önce yağmurun cama vuran sesiyle sıçradım. Dışarıya astığım çamaşırları hatırladım. Kalktım topladım. Sonra camın kenarında durup öylece seyrettim, ıslandım yağmurlu  şarkılar geldi aklıma yağmur ağlıyor diye başlayan saçma sapan bir şarkı sonra dinle yağmuru dinle teselli bul türküsünde diye bir şarkı daha. Sonra dedim ki içimden s.ktirin gidin! Yağmurun ağladığı da türkü söylediği  de yoktu. Yağıyordu. O kadar! Perdeyi çektim içeri girdim. Gittim dışarı çamaşır asan komşuyu aradım. Yağmur yağıyor toplasan iyi olur dedim. Teşekkür etti.
İstanbul'da hava 24 derece bulutlu ve yağmur yağıyor. O kadar!

kışın bana yaptıkları...


I

Seni bir boşluğa attım
gövdemi başka gövdeler bilmeyecek artık
boşluk sesi ol...
hoşluk sesi ol...

sonra dönüp üz beni.

Yüzüm yüzünü terk edeli kıştı.
Yeni yeni kıştı. kollarım kendi
bacaklarımı sarmıştı. Fotoğrafta görünmeyen
ışıklar vardı. Sandalyenin ucuna oturmuştum.
Gözlerim bacaklarıma dolanan kollarıma,
sonra bacaklarıma , sonra daha uzağa, salondan
da uzağa, o yok yere bakıyordu.


Seni bir boşluğa attım
gitmek üzereydim kalktım
boşluk sesi ol...
hoşluk sesi ol...


gözlerimdeki ay ışığı
gözlerinin körlüğü içindi.


II

hadi benim umarsızım
ben ölmek üzereyim
yorgunluğum da öyle

sabrımın son parçasını da yedim
az önce.


hadi benim suskunum
geçtiğim yılları yaktım ardımda
çocukluğumdan gelirken düştüğüm
o keskin virajdan
sürüklendiğim bu vakte dek
sıkıca tuttuğum
kırık dökük inançlarım bile
ölmek üzere.
hadi benim kırgınım
kışın bana yaptıklarından,
yazın beni öldüren yıldızlarından sonra
yitirdiğim mevsimler değil,
vaktim yok,
baktığım yerleri yaktım
içime ağladığım suları da içtim
az önce.

III

seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana
yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,

hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.

seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?


IV

kalbim
ölü mevsimler gibisin
bir şeyin görünmeyen iyi yanları gibi
ama bitti mevsim,
bir başka yolcu yok sana
fark etmez gibisin.

kalbim
demir masanın küfü, örtünün yırtığı

camın kırığı, patlayan freni hayatımın
kalbim, anla, bitti mevsim
bir başka yolcu yok sana.


Birhan Keskin (evet! yine! )

salyangoz

İçimdeki taş yerinden kımıldadı.
Göğün altında,
yerin telef edilmiş yüzünde
bir papatyanın "olmaz" yaprağına düştüm.
Ben sustuysam söz de sussun. Olmadı,

taşındım ertesi gün "olur" yaprağına.
Orada büyüttüm hatırayı,
oradan düştüm.
Hatıra da unutsun kendini koyuluğunda.

Beni gel beni bul beni al,
istediğin yerde uyut bendeki hatırayı
istedim.

Vardığım yer bir uçurumdan kekeme,
gümüşten ipliğim azaldı-
susmaya unutmaya uykuya
yelteniyorum.

                                            Birhan Keskin

Hüsn-ü aşk

"Tedbirini terk eyle takdir Hüdânındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır."

Şeyh Galip Dede Efendi

23 Ekim 2012 Salı

Rima...

Bıkmadan dinlediğim etrafımdakileri bıktıracak kadar çok söyleyip  sevdiğim kıymetlilerim!
 
 
 
 
 
 
 
 

Meli!

Meli
Nipki e la hali
Meli mel arani e la hadil hal!
 
 
 
 

Souad geliyor!

Sonbaharı seviyorum kışın ve baharda doğanları saymazsak en sevdiğim insanlar hep sonbahar doğumlu! En sevdiğim roman yazarı yeni kitabını bitirdiği halde çıkarmak için sonbaharı bekledi.Bkz İ..O. Anar.Sevdiğim bütün hatun kişiler sonbaharda şehrime geliyor. Souad Massi, Natasha Atlas! Kışın Chinawomanı saymazsak. Gitmesem de görmesemde orada bir Souad var uzakta! Oysa Souad said saadet.... hepsi ne kadar uzaktı! Olsundu...





halas!

Kafes...
 
 

15 Ekim 2012 Pazartesi

bölümlemeler

Ağaçlara ilişkin kimsenin bilmediği bilgiler vardır. Onlara "bekleyenler" adının verilmesi istendi gerçi. Ama nefretle karşlandı bu öneri ve "eşyanın gerçeği epik bilimin romantizmidir" denmekle yetinildi. Yalnız sözcüklerle bilen, ama bu sözcüklerin gösterdikleri eşyayı bilmeyen, gene de sözcüklerle onların göstediği eşya arasında kesinkes bir benzerlik olduğunu söyleyen, ancak bu benzerlikte hangisinin bir anda ve bir arada doğduğunu, ama ayrı tanrılardan yaratıldığını, bu tanrıların ise birbirlerini hiç görmediklerini, tanımadıklarını, buna karşın birbirlerini yadsıdıklarını ileri sürenlere karşı hiçbir zaman tür adlarını tutmadım. anlamak beni mutsuz kılıyor, anlamadığım kitaplarla yaşayabiliyorum. Merdivenli suların camı. Masa ile iskemleyi hep bir arada düşündüm, böylece ikisi de yok oldu, geriye bağıntıların imgesi kaldı. Bağıntıların canı vardır, ürerler ve mantığı yaratırlar. Biçim dizileri özlemin ikincil putudur. Çünkü insanoğlunun sonu geldi. Bunu bağıra bağıra söyleyelim. Yıldızlar olmasaydı gökyüzü de olmazdı denkleminin yanlışlığı, iç nitelikle dış niteliğin karıştırılmasındandır. Bütün bilgilerimizin yanlış olduğu oraya çıktı, bizi aldattılar, çünkü bölümlemeler yanlıştı. Söz gelişi "çayır" gerçekte üçe ayrılır. Bunlar, "Fırtınanın çayırı", "Öğlenin çayırı" ve "Ölümlerin çayırı" adlarını taşırlar. Fırtına ise beşe: "Yıkanmış fırtına", "Geçmişi ormana takılı fırtına", "Umutsuz fırtına" ve "Tarihini yok etmiş fırtına"dır. Çünkü dört beştir. Toprak ise yalnızca Bir'e ayrılır ve Bir iyidir. Çünkü nedensellik yasasının kaynağını oluşturur. Yağmur eklemlidir. Şimdi ölümleri bölmeye başlayalım: "Padişahların ölümü", "Delilerin ölümü", "Cücelerin ölümü", "Kızoğlankızların ölümü" ve "Doğmamışların ölümü"... Kaç etti? Altı mı? Gerçekte yedi olması gerekiyordu. İşte o yedinci ölüm unutuldu ve kılık değiştirerek bir denklem içinde matematikte boy gösterdi: p/q=ne p, ne q. Tükenmez selin meşeli ağırlığı ve kış sellerinin uçuşu, yaz göllerinin güneşi, yaz olmuş kırağ, güneş dorukları... Tümünü unuttum. Nesnelerin toplamı bir im biçimidir ki, karşılığı gösterilmez. Tümceler arasında anlam farkı yoktur, ancak kendi bulduğumuzu anlayabiliriz. Bu da bağımsızlık ve yalnızlık demektir. Bir tümcenin içindeki sözcükler sonsuza eğin yer değiştirebilirler. Bunu denemeye değer. Tanımlama tüketti beni. Yinelemeden ise nefret etti. Bizi aldatan, günlerin, ayların, yılların yinelenmesi oldu. Oysa yinelenen hiçbir şey yoktur. Bunu biliyorum.

Melih Cevdet ANDAY

nostalgia!


algia!

 
 
 
 
 
 
 
 
 

12 Ekim 2012 Cuma

nostos!


Her şeyin sonundayım


 Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım. Çıldırmanın beni ne kadar ilgilendirdiğini bilmiyorum, bu yüzden onu kendi kafamda ve beynimde yaşamaya kalktım.Akıl ve çılgınlık arasındaki ufak, yıldırım hızına sahip atlayışı sözcüklerle nasıl anlatabilirim.

Beyin, düşünce kendini özgürleştiriyor, fırlıyor, bir roket gibi evrene, boşluğa, sonsuz boşluğa. Onunla birlikte gövde de. Ya da gövde kalıyor da, düşünce gövdeyi koparıp sonsuz boşluğa doğru uçmaya başlıyor. Acı veren bir şey bu. Çok acı veren. Ürküten. Hem de nasıl ürküten!

Çılgınlığı bilmeden aklın sınırları son derece can sıkıcı. Kabul edilemez. Yetersiz.

Aklın dünyası dışında başka şeyler olmalıydı. Ben çılgınlık dünyasının en derin, en uzun, en sonsuz yolculuğunu yaptım. En acı veren yolculuğu. Tüm öbür acılar, akıldan çılgınlığa geçişle karşılaştırıldığında kabul edilir. Çılgınlık yoluyla kurtuluşumu ne büyük bir cesaretle tamamladım, tüm acılardan, tüm gövdelerden, güneşlerden, ana-babalardan ve çocuklardan, güvenden ve güvensizlikten, tüm düzenlerden.

Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku... Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez,kahvelere otur- artık hiçbir yerdesin.

Tüm raylardan git, denizin her türlü grisinin tadını çıkart.Çılgınlığın boyutları yok. Sallanan, boyutsuz bir boşluk. Orada daha yüksek, daha geniş, daha derin algılanıyor, boyut yok. Oluşumunu yaratan spermalara dek geri gidebilir düşüncen. Kendi embriyonluğunu anımsayabilirsin, annenin karnında geçirdiğin ayları, orada kalıp gün ışığı görmek istemeyişini. Çılgınlığın evreninde yükselmeye başladığın anlar ne büyük acı verir. Gövdenin ayrıdığı anlar.

Otuz yaşım ile kırk arasında ne akıllı ne de çılgındım. Bu ikisinin ötesinde kalıp olup bitene seyirci oldum ve dünyayı kavradığımı sandım. İlk kez gördüm denizlerini. İlk kez güneşin altında yattım. Gecelerinde dolaştım.Bir çocuk bile doğurdum, benim anneme yabancı olduğum gibi o da bana yabancı. Evet dünyayı kavradığımı sandım. Politikası, toplumsal yapıları, sömürenleri, sömürülenleri ile ilgilendim.Ben ne sömüren ne de sömürülendim. Kırk yaşımda başlamam ya da bitirmem gerekeni bitirdiğimi sanıyordum. Bir insan yaşamı kırk yılda olabilir.. Olmalı. Bir ölüm özlemi değil bu. Özlemlerim kalmadı. Ben aslında sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum.. Bu yüzden özlemlerim yok. Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarladığım çevresinde dönen bir yolculuğun.

Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımla yeniden açıkıyorum.Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum.Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umarsamazlıkla dolaşıyorum.Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.


Berlin 31 Ekim 1982

“Hiç kimseyle birlikte yaşlanmak istemiyorum. Kendimle bile…”

“İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.”

Tezer Özlü