13 Mart 2014 Perşembe

Seyhan Erözçelik


Facebook'tan bildirim gelmiş bana, 'Seyhan Erözçelik'in doğum günü bugün zaman tüneline doğum günü tebriği yaz' diye.

Bu ay herşey beni ağlatmak için sözleşmiş gibi. Herşey! Buradan yazsam görür müsün bilmiyorum... İyi ki doğdun! 
Rüyanda sana aksakal,  'kaybetmek kaybolmak değildir' demişti ya hani,  ben galiba kayboldum, sonra dünya gibi doğurdum.
 'Çölde kumlar arasında bir kumdum. Taş oldum. Kendimin rüyası... Bir güle döndüm. Kırıldım. Konuşamadım. Taşlar konuşmaz ki! Parçalanırlar, dağılırlar bütün dünyaya...'  İçimin taşlarından sana bir çiçek yonttum, kabul et.




Rüya Taşı

Bir rüyaydı, Ayers Kayası’ndaydım san ki. Beni bir
aksakal karşıladı. Yaz, dedi. Yazdım, yazıyorum.
Buraya eller geliyor, dedi. Üzgündü. Bana bir şeyler
anlattı.
Kaybetmek, kaybolmak değildir, dedi, üzülme.
Yine de bir gün hepimiz kaybolacağız.
Mechûle mi, malûma mı, onu sen bileceksin,
dedi.
Dünya doğurur, bil, dedi. Bildim.
Doğurduğunu çocukken gördüm. Yalnızdım.
Sonra yaşlı bir kadın bana su içirdi.
Hazer denizini gör, dedi. Gittim gördüm.
Or’da bir mağ’ra var, dedi. Gittim, gördüm.
Or’da, atalarımı gördüm. Kafkasya’da yaşayan
atalarımı.
Aklıma Anam düştü. Anam, Dünya.
Sonra dağları, taşları yazmaya başladım.
Aksakal, anlatıyordu. Bir arkadaşın ölecek,
yüreği yarık, dedi.
Öldü.
İki insan var, dedi, birisiyle raslaşacaksın. Bir
aşkın sonunda. O, sana bir taş verecek, dedi.
Ötekine, sen taş vereceksin, dedi.
O taş, onun elinde kalacak, dedi.
Kaldı.
Bir taş göreceksin, bir adada, havada
durduğuna şaşma, dedi. O taş, bütün insanlar
için kutsaldır, onu gör, dedi.
Rüyamda gördüm.
Başka bir ada var, dedi, senin oturduğun ve
yaşadığın yerde, Şehir’de, orda gözleri mile
çekilmiş bir insan görürsen, sakın şaşma,
dedi. O, granitten doğdu, granite gömüldü,
dedi.
Ben bu arada denizdeydim. O insanın şiirini
yazıyordum. Taş verdiğim yaşlı adamla
birlikte.
Bu bir rüya mı?
Rüya ne?
İki taş var, siyah, birbirinden ayrı, dedi. Onlar
yukar’dan geldi, unutma, bil.
Çocukken, akrep ve yılan arardım. İki siyah.
Akrep bulur, ezer, parçalar, parçalarını ayrı
ayrı gömerdim. Gömerdim ki, tekrar bir araya
gelmesinler ve canlanmasın.
Peki yılan ner’de?
Taş da bir sudur, kendince . . .
Acı bir taşı diline değdireceksin, dedi.
Değdirdim, acıydı.
Taş, yanmaz, dedi, elmas yanar. Unutma, sen
de karbonsun. Artıksın, atıksın… Kala
kalmışsın.
Bir ağaç olduğumu düşündüm. Ağladığımı
düşündüm. Gözyaşlarımın denize
döküldüğünü ve or’da kuruduğunu
düşündüm.
Düşündüm mü, rüyada mıyım?
Sonra bir ses geldi. Bildiğim bir ses. Hepimiz
Biriz, diyordu, Birden geldik.
Sonra, ben hangi rüyadayım?
Aksakal, bir taşı mutlaka bilmelisin, dedi. Eşi
nerde, onu da bil. İkisi de siyah…
Çölde, kumlar arasında bir kumdum. Taş
oldum. Kendimin rüyası… Bir güle döndüm.
Kırıldım.
Konuşamadım. Taşlar konuşmaz ki!
Parçalanırlar, dağılırlar. Bütün Dünyaya.
Anaya.
Yarılırlar, ayrılırlar.
Birleşemezler. Giderler. Or’dan oraya. Gitmek
istemezlerse de giderler. Su içe içe. Su içmek
isterler. Öyleler…
Bir ot olacaksın, dedi. Su içeceksin, kayaları
parçalayacaksın. Sonra su olacaksın,
akacaksın. Demir döğeceksin.
Kanayacaksın. Kana kana.
Keşke, yağsa…
Bu taşı tut, dedi.
Dışardayız, dedi, döneceğiz—içeriye…
Sonra, su, ateş, hava ve toprak, kardeştiler,
dedi, insanlar, onları ayırmadan önce…
Bana bak, dedi.
Baktım.
Uyandım. Yandım.

Seyhan Erözçelik


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder